Görüyoruz ki sadece bizde değil, bütün dünyada tarım ürünü artık para etmiyor. Tarım ürününü dönüştürmeniz lazım. Katma değerini büyütecek bir şeyler yapmanız lazım. Bana sorarsanız mandalinanın kaderini belirleyecek olan da bu.
Yasada Belediyelerin tarımsal alandaki yükümlülükleri çok esnek tarif edilmiş. “Belediyeler tarım ve hayvancılığı geliştirmek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler” diyor. Burada net bir yükümlülük tarifi yok, tarım için ne yapıp ne yapmayacağı yerel yönetimin kendine mi bağlı, siz Belediye’yi bu alanda ne kadar sorumlu görüyorsunuz?
Şöyle bakmak lazım bence. Yerel yönetimlerin önemi her gün daha fazla artıyor. Geçmişte bir altyapı hizmeti olarak tarif edilen belediyecilik anlayışı, bugün dünyada tamamen geride kalmış vaziyette. Ulus devletler vatandaşın derdine derman olacak çözümler üretmekten uzaklaştığı ölçüde, yerel yönetimler hayatın her alanında çözüm üretmeye çalışıyor.
Dünyada belediyeler öyle işler yapıyorlar ki… Mesela dizel araçların şehre girişini yasaklamış Hamburg. Kopenhag’da yerel yönetimin çalışmaları sonucunda bisiklet sayısı otomobil sayısını geçmiş. İskandinav şehirleri çöp ithal ederek enerji ihtiyacını karşılamaya başlamış. Acayip işler yapılıyor belediyeler tarafından.
Artık esas görevini altyapı hizmeti olarak gören belediyecilik anlayışı bitti. Akıllı şehirler, sakin şehirler, enerji şehirleri, yeşil şehirler gibi, belediyeciliğin belirleyici olduğu bambaşka bir şehir anlayışı ortaya çıkmaya başladı. Biz de bunun dışında kalamazdık. Seferihisar, elindeki olağanüstü potansiyel ve imkânlarla başka bir belediyecilik anlayışını bu şehre oturtmak zorundaydı. Tarımla ilgili yaptıklarımızın özünde de bu vardır. Bir yükümlülük tarif edilmiş ya da edilmemiş diye bakmadan, bu anlayışla kolları sıvamak durumundaydık.
Bir yandan belediyeleri daha etkin olmaya zorlayan bir boşluk varken, bizim idari mevzuatımızın yerel yönetimlerin elini ayağını bağlayan yönleri de var ama…
Var ama engel de olmuyor. Sen yaparsan bir şekilde seyrediyor. Devlet böyle bakıyor, “madem yapılmış, kalsın” diyor. Çok direnç görmedik yani, aştık. Örneğin üretici pazarları… Vatandaşın talebi öne çıkmasa, vatandaş sahip çıktığı için devlet geri adım atmasa orada o börekleri, sarmaları satamazsanız mesela.
Ya da tohum takas meselesi… Tohumların alışverişini engelleyen bir yasa var. Ama biz satmıyoruz, takas ediyoruz deyip bunun şenliğini düzenliyorsunuz ve yürüyor.
Seferihisar bir tarım memleketi ve yerel yönetim olarak bunun için bir inisiyatif kullanmak zorundasınız. Bizim yapmaya çalıştığımız da budur.
Mandalinaya gelirsek, bu bakış açısıyla mandalina üretimi için neler yaptınız?
Önce üretici birliğini kurduk. Belediyenin ilk yaptığı işlerden biridir. Bir paketleme tesisi satın aldık ve Birliğe devrettik. Kendi kendimize belediye olarak kuracağımız bir şirketle de bunu yürütebilirdik ama bunu tercih etmedik. Vazifemizi yaptık, orayı nasıl işleteceğini üreticinin birliğine bıraktık. Çünkü bu da bizim tarım politikamızın bir ayağıdır, dört temel başlığından birisidir. Üretici birliklerini ve kooperatifleri desteklemek, küçük üreticileri büyük çatılar altında buluşturmak.
Tarım politikamızın diğer bir başlığı da ürünü işlemek, dönüştürmek, tarım ürünü olmaktan çıkartıp bir sanayi ürünü haline getirmektir. Pek çok bakımdan tarımsal üretimin kurtuluşunu burada görüyoruz. Bu başlık altında da mandalinayla ilgili önemli bir şey yaptık.
Şöyle anlatayım, mandalinada hakikaten tuhaf bir tablo var. 20 yıldır mandalinanın satış fiyatı üç aşağı beş yukarı elli kuruşla bir buçuk lira arasında inip çıkmış hep. Bu sürede dünya kadar enflasyon yaşandı, paranın değeri düştü ama bu fiyatlar değişmedi. Görüyoruz ki sadece bizde değil, bütün dünyada tarım ürünü artık para etmiyor. Tarım ürününü dönüştürmeniz lazım. Katma değerini büyütecek bir şeyler yapmanız lazım. Bana sorarsanız mandalinanın kaderini belirleyecek olan da bu. Nasıl bir zamanlar Malatya kayısıyı kurutarak, Aydın inciri kurutarak başlamış, şimdi biz de mandalinayı kuruttuk.
Bir biçimde mandalinanın katma değerini yükseltecek ürünler ortaya çıkarmamız lazım yani. Mandalina kurusu bizim aklımıza gelen bir örnek, en çok gelecek vaat edenlerden biri. Ama başka şeyler de geliştirilebilir.
Katma değeri yüksek bir hâle getiremezsek, Seferihisar’da mandalinanın geleceği parlak olmayabilir. Çünkü kazandırmıyor, ürünün değer artışı, hayatın akışındaki değer artışlarıyla paralel yürümüyor. Daha çok ağaç dikmekle, daha çok pazar aramakla çözülecek bir sorun değil bu. Çünkü sadece bizde değil, dünyanın her yerinde aynı tablo var.
Mandalina vazgeçilmemesi gereken bir ürün. 60 yıl öncesinde başlamış burada mandalina üretimi. Onun öncesinde tütün varmış, bağcılık varmış. Çok daha zahmetli ve çok daha zor ürünler bunlar. Mandalina öyle değil. Çok fazla su tüketmesi gereken bir ürün ama şöyle bir şansı var Seferihisar’ın, barajımız var. Diğer üretim havzalarındaki mandalina bahçelerine göre biz çok daha şanslıyız. Bereketli Sulama Projesi dediğimiz şeyle suyu çok daha tasarruflu şekilde, kaçakları engelleyerek, adil ücretlendirmeyi sağlayarak kullanıyoruz. O nedenle mandalinadan vazgeçmek durumunda değiliz, bu bir çare değil. Aksine üzerine gidebiliriz, çünkü altyapımız sağlam. Ama eğer bunu katma değeri yüksek bir ürüne dönüştüremezsek giderek yok olmasının önüne geçemeyeceğiz. Beni kaygılandıran şey bu. Yani bunu mutlaka becermek zorundayız.
Ekonomik olarak sürdürülebilir bir faaliyet olması lazım en başta…
Şu haliyle değil. Raf ömrünü uzatmaya çalışıyoruz örneğin. Şimdi bir soğuk hava deposu açacağız. Bir ay, bir buçuk ay daha ileriye taşıyabilirsek mandalinanın pazardaki varlığını, üreticiye daha fazla kazandıracağız. Ama bunlar yetmeyecek, bunu da biliyoruz. Ne yaparsak yapalım, tarım ürünü olarak kaldığı sürece, mandalina üreticisini doyurmayacak. Endişemiz bu. O nedenle ne yapıp ne edip AR-GE çalışmaları yapmak lazım, daha çok bilim adamıyla oturup proje üretmek lazım. Bu sadece bize yüklenecek bir görev de değil bence. Biz belediye olarak bu vizyonu koyuyoruz ve bunun gerekleri için üzerimize ne düşüyorsa yapmaya çalışıyoruz. Yarın biri gelse de “mandalinadan şöyle bir şey yapacağım ben” dese, elimizden ne geliyorsa destek oluruz. Mandalinanın bilinirliğini arttırmak için düzenlediğimiz şenliklerin içinde “Mandalinalı tatlılar yarışması”, “mandalinalı yiyecekler yarışması” yapıyoruz. Neden, o yaratıcılığı geliştirmek istiyoruz. Bunları ödüllendirmek istiyoruz.
Başka nasıl adımlar atılmalı?
Şunu çok önemli buluyorum ben, en önemli hayallerimden biri. Ne kadar kooperatif var, üretici birliği var, bunları bir çatı altında buluşturmak gerekir. Bu parçalanmış yapı ne yazık ki kendi içinde de bir rekabete dönüşüyor. Buna üzülüyorum. Bizim kendi içimizde değil, dışarıyla rekabet etmemiz lazım. Birlik olup daha güçlü bir üretici olursanız fiyatı da belirlersiniz, pazarı da belirlersiniz. Burada küçücük Seferihisar’da bile farklı farklı birlikler, kooperatifler halinde yürüdüğün zaman, mandalina piyasası üzerinde söz hakkını kaybediyorsun, tâbi oluyorsun. Herkesin aklını başına toplayıp bu birliktelik nasıl sağlanır buna kafa yorması lazım. Biz teşvik edici olmak isteriz belediye olarak. Ama sonunda iradeyi ortaya koyacak olan üreticidir. “Evet, bizim birleşmemiz lazım” demesi lazım insanların. Biz üzerimize düşeni yapmaya hazırız dediğim gibi.
Diyelim ki kurutma doğru bir yol. Kesin böyledir diye iddia etmiyorum, örnek olsun diye söylüyorum. Eğer kurutma doğru bir yol ise, buradan bir şey elde etmenin tek bir koşulu var, büyük bir kurutma tesisi kuracaksın. Bizimki gibi sembolik bir şeyle istediğine ulaşamazsın. Belediyenin işi de değil bu ayrıca. Bu birlikler, kooperatifler bir araya gelse, ortak bir kurutma tesisi kursa, bütün ortaklarına para kazandıracak bir iş yapmış olacak. Ama birleşmedikleri zaman her birinin kendi gücü çok daha küçük ölçekli şeylere imkân veriyor ve bu da, pazarda var olmak için yeterli değil. Birleşmek lazım. İçerideki rekabetten vazgeçmek, dışarıyla rekabet etmek lazım. Bunun gerçekten hiç kimseye faydası yok.